Euro, Güney Avrupa ülkelerine pek yaramadı.
Euro'ya geçtikten sonra zamanla rekabet güçlerini kaybettiler. Yani bu ülkelerde özel sektör, teknoloji ve inovasyonu verimli bir ÅŸekilde kullanıp dünyanın istediÄŸi kalitede üretimi makul maliyetlerde yapabilir hale gelemedi. Kendi paraları olsa devalüasyonla üretimlerini destekleyebilirlerdi ama Euro bunu engelledi. Devreye devletleri ve bankaları girdi. Kamu sektörü harcamalarını artırıp bankalar da bolca kredi verince istihdam ve alım gücü artmaya devam etti. Ama aynı zamanda devletlerin bütçe açıkları ile banka bilançoları hızla büyüdü. BaÅŸta inÅŸaat ve gayrimenkul olmak üzere turizmden otomotive birçok sektörde aşırı kapasiteler oluÅŸtu. Almanya ve Fransa bile bütçe açığının ekonominin % 3'ünü geçmeyeceÄŸi kuralını dikkate almadı. Bir de üzerine bankalar devletlerin artan bütçe açıklarını "para birimleri Euro ve arkasında Almanya var" diye çok düÅŸük faizlerle finanse edince devletler rahatça harcamaya devam edebildiler. Euro çarkı bu ÅŸekilde kamunun borcu ve bankaların bilançoları büyümesiyle dönebildi. Ta ki 2008-09 global krizine kadar.
Krizle birlikte fazla açılmış Avrupa bankaları eskisi gibi kredi bulamamaya baÅŸladılar. Ne birbirlerine ne de daha önce bolca kredi verdikleri devletlere kredi veremez hale geldiler. Bazı ülkelerde çok açılmış olan bankalar battı. Bankalardaki tasarrufların yok olmasını istemeyen devletler devreye girip fonlama ve sermaye desteÄŸi vermek zorunda kaldılar. Bu da zaten yüksek olan kamu borçlarını daha da büyüttü. Devletlerin iflası gündeme geldi. En iyi konumda olanların bile kredi notu düÅŸtü. Avrupa Merkez Bankası (ECB), IMF ve Avrupa Komisyonu "Euro'yu yaÅŸatma aÅŸkına" destek vererek müflis ülkeleri yüzdürdüler.
Müflislere verilen desteklerin ana garantörü olan Almanya, destekler karşılığında büyük kamu tasarrufları talep etti. Åžansölye Merkel bütçe açıkları kontrol altına alınırsa özel sektörün yeniden yatırım yapmaya baÅŸlayıp ekonomilerin büyüyebileceÄŸi güven ortamının saÄŸlanacağına inandı. En önemli eyaletlerde yerel seçimleri kaybedince halkını ancak böyle ikna edebileceÄŸini de gördü. Ama bu katı tasarruf önlemleri ile ekonomilerin daralacağı, böylece kamu borcunun daha da artıp bu borcu elinde bulunduran bankaların zararlarını daha da büyüteceÄŸi ve sonuçta devletlerin daha fazla destek vermek zorunda kalacağı bir kısır döngüye girileceÄŸini bir türlü göremedi (Åžekil). Nitekim Yunanistan istenen tasarrufları yapayım derken son 3 yılda % 15'e yakın küçüldü. Temerrüde düÅŸünce de verilen destekler boÅŸa gitmiÅŸ oldu. Sadece tasarruf önlemleri alan ülkeler deÄŸil tüm Euro Bölgesi ekonomisi 2011'in son çeyreÄŸinde % 1,3 yıllık bir hızda daraldı ve iÅŸsizlik % 10,9'a çıktı. Görünen o ki 2012'nin ilk çeyreÄŸinde % 1, ikinci çeyreÄŸinde de % 0,5 daha küçülecek ve iÅŸsizlik daha da artacak.
Bu kısır döngü nasıl kırılacak?
Bankalar ayaÄŸa kalkıp ekonomilerin büyümesi için gerekli finansmanı saÄŸlamadan bu kısır döngünün kırılamayacağını gören ECB baktı ki Yunanistan'dan sonra sıra diÄŸer güneylilere geliyor, dünya merkez bankacılığı tarihinde görülmemiÅŸ radikallikte bir uygulama ile bu kısır döngüye önemli bir darbe vurdu (Åžekil). Bankalara 3 yıllık kredi vererek kredi bulamama riskini ortadan kaldırdı. Bankalar rahatlayıp kamu borcunun çevrilmesi kolaylaşınca da güven ortamı saÄŸlanabilir ve sorunlu ekonomilerde çarklar yeniden dönmeye baÅŸlayabilirdi. Ama ECB desteÄŸini artırdıkça Merkel tasarruf önlemlerinde daha da katılaÅŸtı. Sarkozy'yi de yanına alıp tüm Euro üyelerine bir "Mali Kural AnlaÅŸması" dayattı. ECB'ye raÄŸmen bu baÄŸnazlığın devam ettiÄŸini gören piyasalarda da o arzu edilen güven ortamı oluÅŸamadı. Çünkü hâlâ devletlerin, bankaların ve hane halkının tasarrufa zorlandığı bir ortamda ekonomilerin nasıl büyüyeceÄŸi görülemiyor. Mart ayı sonunda Avrupa'nın en büyük 10 bankasının ECB'de tuttuÄŸu likidite yıl sonuna göre % 12 artarak 1,2 trilyon $'a yükselmiÅŸ durumda. Yani bankalar da bir türlü güvenip ECB'den aldıkları finansmanı reel sektöre aktaramıyorlar.
Euro ekonomilerinin girdiÄŸi bu kısır döngüye karşı ilk sesini yükselten Fransa'nın yeni baÅŸkanı Hollande oldu. Seçimler öncesinde Sarkozy, Merkel ile olan ittifakını öne çıkarıp oy toplamaya çalışırken Hollande, tersine Merkel'i ve büyümeye engelleyen tasarruf önlemlerindeki inadını eleÅŸtirdi. Seçimleri kazandığı takdirde "Mali Kural" anlaÅŸmasını yeniden revize edeceÄŸini açıkladı. Bunun bölgede yeniden politik iç çekiÅŸmelere neden olup aksiyon alınmasını engelleyeceÄŸini düÅŸünen piyasalar ilk baÅŸta olumsuz tepki verdiler. Hollande'ın oyları anketlerde tırmandıkça endiÅŸeler arttı. Ama Euro Bölgesi gerçekten de daralmaya baÅŸlayınca Hollande'ın tasarruf karşıtı görüÅŸleri itibar kazandı. Tasarruf önlemlerini savunanlar büyüme olmadan bu kısır döngüden çıkılamayacağını vurgulamaya baÅŸladılar. ECB BaÅŸkanı Draghi, hemen Mali Kural'ın yanına da "Büyüme AnlaÅŸması" eklenmesi gerektiÄŸini açıkladı. Avrupa Yatırım Bankası kaynakları artırılarak ya da yeni kurulacak destek fonlarıyla özellikle sorunlu ülkelerde büyük altyapı projeleri baÅŸlatılarak büyümelerine destek verilebileceÄŸi görüÅŸleri tartışılmaya baÅŸladı. Ve daha da ilginci, Merkel'in de Mali Kural AnlaÅŸması'na ve yapısal reformlara sadık kalındığı sürece bu tür bir büyüme anlaÅŸmasını destekleyebileceÄŸini söylemesiydi.
3 yıl önce Yunanistan yeni vergiler ve vergi artışları ile imkânsız tasarruflara zorlanacağına tam tersini yapıp vergileri düÅŸürebilse, verilen finansal destekler tasarruf önlemlerine deÄŸil yapısal reformlara endekslenebilse yatırımcıların radarına girerek ekonomisini büyütmeye baÅŸlayabilir ve iflastan kurtulabilirdi. Bu fırsat kaçtı ve kangren tüm Euro Bölgesi'ne yayıldı. EÄŸer seçim dönemindeki sözlerini gerçekleÅŸtirip Merkel'e panzehir olabilirse Hollande, bölgede istikrarın tehdidi deÄŸil, umudu olur.
Zaman